14 Aralık 2007 Cuma

Antika İdeolojiler Sosyalizm - Komünizm

Sosyalizm ve Komünizm günümüz dünyasında geçerliliğini kaybetmiştir. Bunun en büyük nedenlerinden biri de bu ideolojilerin ortaya çıkmasını sağlayan işçi sınıfı v.b. etkenlerin günümüz dünyasında olmaması ya da iş dünyasında işçi, yönetici, patron dengelerinin değişmesidir. Dolayısıyla fikir ve düşünce adamları tarafından bu ideolojilerin düşünürlüğü kalmamıştır. Hatta çok sayıda işçi çalıştıran fabrikalarda işçiler yerlerini robotlara bırakmışlar ve günümüz robotlarınında hallerinden şikayetçi olduğu da pek duyulmamıştır.

Dünyada hala fırsat eşitliği olmasa da dünyanın hemen her yerinde insanlara zengin olma ya da kendi işini kurma fırsatları sunulmaktadır. Belki dünyada kapitalist olmakla en fazla suçlanan ABD dahi insanlara sunduğu potansiyel iş fırsatları ve piyasa da çalışmak isteyenlere sunulan iş yoğunluğu ile sosyalizm için temel bahaneleri ortadan kaldırmaktadır.


Bügün borsa, çalışanlara verilen kar esasına göre verilen primler ve haklar v.b. sermayenin paylaşımını göstermektedir. Ayrıca iş yönetimi mantığının değişmesi ve çalışanlara verilen değerler artığından, dünya sosyalizmin çıktığı zenginlerin ve kilisenin ezdiği 20. yüzyıl öncesi Avrupa değildir.

Özellikle Türkiye’de küçük bir azınlık olmakla birlikte geleneksel şekilde bazı gençlerin ailelerinden ya da çevrelerinden miras kalan bu ideolojilerin peşinden koşmaları, üniversitelerde gürültü yapmaları üzüntü vericidir.

Chavez, Sosyalizm ve İslam - Chavez Bir Diktatör Olma Yolunda

2 Aralık 2007’de Venezüella’da Anayasa değişiklikleri –anayasa reformu- için halk oylaması yapıldı. Hugo Chavez kendisini diktatörlüğe taşıyacak bu referandurumu kaybetti.

Chavez Sosyalizm hedefi doğrultusunda halka verdiği vaadlerle başa gelmişti. Amerikaya meydan okuşuyla dikkati çekti. Tüm dünyadaki Amerikan politikalarına nefretin sonucu olarakta, kendi halkı da dahil olmak üzere bir çok kişinin sempati duymasına neden oldu. (İspanya Kralı ve Başbakanı ile yaptığı ölçüsüz münakaşa da gösteriyor ki, Chavez gerçek anlamda uluslarası ilişkilerden de anlamıyor.)

Venezüella’nın petrol zengini olması ve petrol fiyatlarının 50 Dolar’dan 100 Dolara kadar tırmanması ülke gelirlerinin çok fazla artmasına neden oldu. Bu durum Chavez’e cesaret veriyor ve bu sayede normalde yapamayacağı değişiklikleri halka dolaylı yollardan para dağıtarak belki bir dereceye kadar yapabilir. Bu gibi suni yöntemlerle kendi halkına ve dünyaya sosyalizm konusunda başarılıymış gibi görülebilir.

Kendi ülkesine has ekonomik ve siyasi durumların sonucu olarak Venezüella’nın başında yer alan Chavez’in şişme bir balon olduğunu söylersek çokta abartmış olmayız. Ülkesindeki siyasi çekişmelerin sonucunda unutulan halk için, sosyalizm’e de özgü olmayan bir kaç uygulaması onu başarılı bir sosyalist yapmaz.

Şimdi de sosyalizm hedeflerini yerine getirmek için aşağıdaki anayasa değişikliklerinin yapılmasını istiyor:
· Başkan seçilmek için sınırsız hak
· Başkanın 6'dan 7 yıla çıkarılan görev süresi
· Başkana darbe, istila, savaş veya doğal afet halinde sansür imkanı veren süresiz "olağanüstü hal" ilanı yetkisi
· Kriz hallerinde başkan yardımcısı atama ve azletme yetkisi

Bu değişiklikler diktatör olmanın yolunu açıyor. En kısa zamanda, Chavez bu değişiklikleri yapabilmek için yeni girişimlerde bulunacak.

Şimdi buradan hareketle sosyalizm konusunda bir kaç değerlendirme de bulunalım:

Bir sosyalist lider ne kadar sosyalizmin değerlerini benimsemiş olsa da, halkı yönetme gücüne sahip olduktan sonra, sosyalist değerlerinin, gücü korumak ve devamlı kılmak amacıyla değişmesi mümkündür. Bu amaçla sosyalistlerin gücü ele geçirdikten sonra bu gücün getirilerini kendi zevk ve istekleri doğrultusunda kullanmalarını beklemek çok doğaldır. Onlarda insandır ve binlerce insanın kendilerine saygı, sevgi göstermesi, alkışlaması ve istediklerini yapmak üzere sosyalist yöneticilerin emrinde bir topluluğun - halkın- olması meşhur (şarkıcı, artist) insanlardaki gibi duyguları canlandırması kuşkusuz kaçınılmazdır. Demokraside olduğu gibi, yöneticilerin geldiklerinde gidebilmelerini sağlayacak bir düzen olmadığında, sonuç diktatörlükle sonuçlanmaktadır. Sonuçta diktatör kendi doğruları, zevkleri, heyecanları ve istekleri doğrultusunda sosyal adalet ve eşitlik getirmek için çıktığı yolda, halkı ezen, zülmeden bir sistemin mimarı olabilecektir.

Sovyetler Birliği, Eski Irak (Saddam Dönemi), Küba, Suriye, Libya, Kuzey Kore v.b. ülkeler bir çok yönüyle yukarıdaki söylediklerimizi doğrulamaktadır.

Şimdi konunun başka yönlerine değinelim:

Sosyalizm, özellikle ekonomik durumundan memnun olmayan (fakir – orta kesim) ya da aldığı eğitim ile sosyalizme ideolojik olarak sempati duyanlar tarafından her zaman ilgi duyulacaktır. Çünkü sosyalistler tarafından insanların her zaman hayallerini kurdukları daha iyi bir yaşam için sosyal adalet, eşitlik v.b. söylevlerle, bu hayallerini gerçekleştirmek amacıyla demogojik süslemeleri olan bir hayal satılmaktadır. Bu hayal dünyada insanlar arasındaki dengesizliklerin ortadan kaldırılabileceği düşüncesine dayanıyor.

Halbuki, Sosyalizm ve devamında getirilmek istenen Komünizm de laboratuvarda yapılan teorik deneylere benzer. Bu deneylerde, saf maddeleri alırsınız ve ideal koşullarda beklenen sonucu yani bir bileşimle ya da kimyasal tepkimeyle sonuçlanmasını beklersiniz. Halbuki, insan ve yaşam bütün bileşenleriyle bir laboratuvar deneyi olmaktan uzaktır. Her insan farklıdır ve hiç bir insanın yaşamı birbirine benzemez. Saf bir madde olmaktan uzak insanın, bir sistem eliyle istenilen sonuçları göstermesini beklemek bir hayalden ibarettir. Her bir insanın başına bir polis yerleştiremeyeceğinize göre, sistemin çalışması tamamiyle insanlara kalmıştır. İnsanlarda özgürlüklerini kısıtlayan kurallara neden uysunlar ki? Fırsatını bulduklarınında sistem kurallarını çiğneyeceklerdir.

Alternatif bir yol ise insanları genetik olarak değiştirerek tek bir insana çevirmek ya da fabrika ortamlarında seri olarak üretmek olabilir. Bunun da neden olamayacağını tartışmaya gerek yoktur.

Sonuç olarak insanı sistemle – kurallarla istenilen düzeye getiremezsiniz.

Düşünün bir kere; evlilik gibi bir ilişki de dahi aynı amaç (hayat boyu ortak çıkarları için birlikte yaşama) için bir araya gelmiş çiftler dahi anlaşmazlıklar yaşarken, sosyalist değerler çerçevesinde bir ülke insanının her bir ağızdan aynı şeyi söylemesi ya da yapması beklenemez.

Ülkemizin fikir ve düşünce adamlarından Cemil Meriç’in Sosyalizm hakkındaki yargısına burada değinmek gerekiyor: “Sosyalizm, İslamiyet’ten haberi olmayanların İslamiyet’idir”. Bir dönem sosyalizmin savunucularından olmuş, daha sonra İslam dinine bağlanmış, sosyalizm hakkında kitaplar yazmış, Fransızca’dan sosyalizm hakkındaki kitaplardan çeviri yapmış, Türkiye’de hem sağcı hem de solcu aydınlar tarafından saygı gören, bir düşünürün bu yargısı şüphesiz boşuna değildir.


Gerçekten de sosyalizme saf olarak inanan insanları incelediğimizde, 10-12 yaşlarındaki bir çocuktan beklenecek saflıkta düşüncelerde bulunurlar. Bu insanlar belki daha önce İslam’ı tanımış ve gerçek anlamda öğrenme fırsatı bulmuş olsalardı, Sosyalizm gibi bir hayale kapılmayacaklardı. Hem de İslam’ı bütün muhteşemliğiyle yaşama fırsatı bulacaklardı.

Hem sosyalizm hem de karşıtı kapitalizm, insanların özgürlüklerini ve haklarını, birinde sistem diğerinde ise sermaye sahiplerinin çıkarlarıyla sınırlandırıyor. Komünizm ise insanı dahi önemsemiyor sistemi yüceltiyor. Halbuki İslamiyet bu kavramlar ortada yokken, getirdiği temel kurallar ve öğretiler ile hem kapitalizm’i hem de sosyalizmi özde değerlerini aynı kapta yoğurmayı başarmıştır. Yani İslam insanların zengin olmasını bir hak olarak görüyor. Hatta Kuran’da Allah’ın zenginliği istediğine verdiği manasına gelen ayet var. Bunların yanında zekat, sadaka, kurban ve ihtiyaç sahiplerine Allah adına yardım etme var... Sonuçta insanların hem özgür oldukları hem de sorumlukluklarını vicdana, hakka ve tabiata uygun bir şekilde yerine getirdikleri bir yaşam biçimi oluşuyor.

İslam öyle bir gerçektir ki, hayal satmaz. Hatta binlerce polisin ya da askerin yapamayacağı şeyleri insanlara gönüllü olarak yaptırır. Örneğin Hac buna güzel bir örnektir. Milyonlarca Müslüman hacta bir düzen içinde Kabe’yi tavaf ederler. Bir çok sorumluluklarını yerine getirirler. Hepsi aynı amaç için gönüllü olarak bu sorumlulularını bir çok zahmete dayanarak yaparlar. Peki neden? Tabii ki tabiatlarına, yaratılma sebeplerine uygun olarak Allah için.

İşte Sosyalizm, İslam gibi insan tabiatına uygun, insanların kendi iradeleriyle ortaya koydukları davranışları ortaya çıkaramaz. İslam bireye yani direk olarak insana seslenir. Sistem ya da devlet İslam için hedef değildir. Müslüman insanlar sistem ya da devlet olmadan da bir düzen (sosyal adalet, hak, hukuk v.b.) içinde de yaşayabilirler.

Sistem ya da devlet düzeni ile insanların hayatlarının cennete dönüştüreleceği düşünülüyorsa ya da hayal ediliyorsa burada ciddi bir hata yapılmaktadır. İnsanlar öncelikle hayatın anlamını bulmak isterler. Günümüzde bu anlam büyük çoğunlukla İslam dini dışında para, zenginlik, zevk, ya da yanlış inanışlar çerçevesinde oluşturulmaya çalışılmaktadır. İnsanların çoğunluğunun huzursuz ya da mutsuz oluşundaki temel neden de budur.

Sonuç olarak insanın huzuru bir sistemde aramak yerine bunu kendi içinde bulmaya çalışması en güzeli olacaktır. Bunu derken elbette mevcut sistemlerin hatalarının olmadığını ya da değiştirmek için çaba sarfetmeyeceğimizi söylemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir gerçek var ki, kendi iç huzurunu bulmuş, kendisiyle barışık insanlardan oluşan sistemler, sistemin ne olduğuna bakılmaksızın başarılı olacaklardır...

19 Kasım 2007 Pazartesi

Nasihat

Yaşlanan, tecrübe edinen bazı kimseler nasihat vermeyi çok sever. Nasihat vermek kolaydır, dinlemek zordur. Özellikle hocaların vaazı, yaşlıların öğütleri zor dinlenir.
Çünkü gençlerde enaniyet vardır, tenkit edilmeyi sevmezler. Dille yapılan nasihatler çok sıkıcıdır, çünkü nasihat eden kendini büyük zannederken, nasihati dinleyen ezildikçe ezilir. Ebeveynler çocuklarına nasihat etmeyi çok sever. Çocuklar da bu yüzden ebeveynleri bir şeyler anlatmak istediği zaman dinlemek istemez. Bu çıkmazdan kurtulmak için nasihati öncelikle kendimize vermemiz gerekir.

Mesela bir gün aynanın karşısına geçip, aynadaki görüntümüze hatalarımızı bir bir sayabiliriz. Hatta bu konuşmayı kasete kaydedip bir süre sonra dinlemeliyiz. Geçenlerde bir şahısla konuşurken sevmediği yazarları sıraladı. ‘Neden sevmiyorsun?’ dediğimde yazılarının öğüt verici olduğunu söyledi. Bir konuyu izah etmek başka, şöyle yap böyle yap demek daha başkadır. Meyveler sağlığımız için çok faydalı. Ama meyveler faydalı olduklarını bize anlatmadı. Biz denedik ve faydalı olduklarına inandık. Sigara içen bir babanın. oğluna, ‘sigara içme’ demesi ne kadar anlamsızdır. Bir zamanlar bir baba oğluna demiş ki: “Oğlum sakın sinemaya gitme. Orada senin görmemen gereken şeyler vardır.” Çocuk da bu söze uymuş, sinemaya gitmiyormuş. Bir gün arkadaşının ısrarı ile sinemaya gidiyor. Girmesi ile çıkması bir olmuş. Arkadaşı merakla sormuş “İçerde görmemen gereken neydi?” diye. Çocuk “ İçerde babam vardı.” diye cevap vermiş. İşte birçok öğütler böyledir.

Bir anne tanırım. Çocuklarına bol bol nasihat verirdi. Bir başka anne ise çocuklarına nasihat etmezdi. Sadece çocuğunun dersini takip eder, hemen kitabı alıp birlikte ders çalışmaya başlardı. Bu annenin çocuğu daha başarılı oldu.

Enaniyet devrinde yaşadığımızı bilmek gerek. Yani bu devirde herkes ben bilirim, ben yaparım der ve kimseyi dinlemez. Bu durum toplu çalışmaları, beraber iş yapmaları, aile hayatını menfi şekilde etkilemektedir. Kendini beğenenlerle yapacak hiçbir şey yoktur.

Başarılı bir işadamı tanıyordum. Ağzından hayır kelimesi çok az çıkardı. Masasının üzerinde şöyle bir yazı görmüştüm: “Özür dileyeceğin sözü söyleme.” Alimlerle bir arada olduğum zaman talebelerini tenkit etmediklerini gördüm. Kur’an ve hadis üzerinden anlatıyorlardı. Anlatırken “Elhamdülillah bugün erken kalktım. Namaza kadar Kur’an okudum, çok rahatladım.” derken aslında sabah namazlarını kaçırmayın, erken kalkın, Kur’an okuyun, namaz kılın demek istiyordu. Bu metodu çok beğenmiştim. Enaniyetin en belli alameti gururdur. Bu insanlar kendini üstün kabul eder. Artık ona bir şey anlatılamaz. Çocuklarımıza örnek olabilmemiz için öncelikle kendimize çekidüzen vermemiz gerekir.

Kaynak: HEKİMOĞLU İSMAİL
http://www.zaman.com.tr/2003/06/14/yazarlar/hekimogluismail.htm

2 Kasım 2007 Cuma

Alkol ve Vücuttaki Seyri

Vücuda alkol alındığında mide ve ince bağırsakta kana geçmektedir. Sonra karaciğer başta olmak üzere diğer organlarda yolculuğuna devam etmektedir. Bir çok doku alkolü suya ve karbon dioksite parçalasa da bu iş özellikle karaciğerde yapılmakta ve sonra da akciğerlerden atılmaktadır.

Karaciger en fazla alkolün parçalandığı organ oldugu için en fazla alkolden kaynaklanan hastalığın olustuğu organ da olmaktadır. Bunun yanında alkol aynı zamanda beyin, kalp, kaslar ve pankreas da da toksit yani zehir etkisi yapmaktadır.

Alkol alanlarda ilk basta karaciğer de büyüme meydana gelmektedir. Bunun nedeni alkolün karaciger de parçalanmasinin oluşturduğu yan etkidir. Kişinin alkol içmesi devamlı hale gelirse kişi de alkole bağlı hepatit görülmeye başlanmaktadır. Bu durumda karaciğer görevini yerine
getiremediğinden kişi karaciğer yetmezliğinden ölebilir.

Ayrıca alkol alan insanlarda çıplak gözle dahi görülebilecek iç organlar içinde ve üzerinde yağ tabakaları oluşmaktadır.

Alkol alan kişilerin yaklaşık yüzde 10’nunda karaciğerin kalıcı olarak zarar görmesi olarak tanımlanan "siroz" oluşmaktadır.

- Alkolün karaciğer dışında verdiği zararlar şöyle sıralanabilir.

*Mide rahatsızlıkları
*Şeker hastalığına neden olan pankreas hastalıkları
*Yüksek kan basıncı
*Kaslardaki yüksek basınçtan dolayı kalp yetmezliği
*Çarpıntı
*Kalp ritim bozuklukları
*Ani kalp krizi
*Ikditarsizlik (Cinsel problemler)
*Beyin problemleri
*Depresyon
*Kaslardaki sinirlerin görevlerini yerine getirememeleri
*Karaciger, agiz, bogaz, yemek borusu, bağırsak, göğüs kanserleri...

-Kaynaklar-
1) http://www.umm.edu/liver/alcohol.htm

2) http://www.britishlivertrust.org.uk/home/the-liver/liver-diseases/alcohol.aspx

Ayrica internette +alcohol +disease seklinde arama yapildiginda
bu konuda binlerce web sayfasina erismek mümkün...

İngilizce arama sonuçları ise
http://www.google.com.tr/search?hl=tr&q=alcohol+heart&meta=

Şarap ve Basın Yalanları

Bazı gazete, dergi, TV ya da internet gazeteleri periyodik olarak özellikle şarap ın insan sağlığı üzerine sözde pozitif yararlarını haber yapıyorlar. Şarap ın aslının üzüm olduğunu düşündüğümüzde şarapta tek farklı olan madde alkol. Alkolün toksit madde yani zehir olduğunu düşündüğümüzde yararlı maddeler sadece üzümden geliyor. Yani eğer üzümün insan sağlığına çeşitli yönlerden yararı varsa üzüm suyu içerek ya da üzüm yiyerekte bu yararlar elde edilebilir.

Şimdi 3/11/2006’da NTV’de yayınlanan bir habere bakalım: Ömür uzatan ‘Kırmızı’: Sağlığınıza!
Araştırmacılar, kırmızı şarapta bulunan bir maddenin farelerde ömrü uzattığını keşfetti. İnsanlar üzerinde yapılacak denemelerle, gelecekte sağlıklı ve uzun yaşam haplarının yapılması umuluyor.

CAMBRIDGE / LONDRA - Bilim insanları, şarabın içinde bulunan ‘resveratrol’ adlı molekülü ölümsüzlüğün sırrı olarak niteliyor. Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/news/389733.asp
Haber'in aslına (ingilizce) bakacak olursak:
http://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=6423961

KAYNAK Haberde günde 300 bardak şarap içilmesi durumunda bu maddenin farelerde yaptığı etkiyi yapacağı ifade ediliyor.

Aşağıdaki bilimsel makaleye bakacak olursak aslında üzüm gibi kırmızı meyvelerde bulunan Resveratrol (3,4',5-trihydroxystilbene) maddesi bu işi yapıyor. Neden sadece şarap zikredilir anlamış değilim…. http://ajplung.physiology.org/cgi/content/full/287/4/L774

Avrupa'da Ölümlerin Başlıca Sebebi Alkol

Menaf Alıcı – Stockholm

Finlandiya'da açıklanan bir rapor, dikkatleri Avrupa ülkelerindeki alkol tüketimindeki artışa çekti. Ölümlerin başlıca sebebinin alkol olduğunu ortaya koyan raporu değerlendiren Finlandiya Halk Sağlığı Enstitüsü'nden Prof. Kalervo Kiianmaa "Özgürlüğün faturasını ödüyoruz." dedi.

Alkol, Finlandiya'da erkek ölümlerinin birinci, kadın ölümlerinin ise ikinci sebebi olarak yerini aldı. Finlandiya Devlet İstatistik Bürosu tarafından yapılan açıklamada, alkolden kaynaklanan ölümlerin, bugüne kadarki ölümlerin başlıca sebebi olan kalp ve damar hastalıkları ile kanseri geride bırakarak ilk sıraya yerleştiğine vurgu yapıldı. Nüfusu 5 milyon olan ülkede geçtiğimiz yıl 2 bin Finli alkolden kaynaklanan hastalıklardan hayatını kaybetti. Alkole bağlı hastalıklardan ölen kadınların sayısı, göğüs kanserinden ölenlerle neredeyse eşit. Raporda, her Finlinin 2005 yılında ortalama 10,5 litre saf alkol tükettiği belirtilirken bu rakamın 1980'de 6,3 litre olduğu açıklandı. Alkolün intihar eylemlerinin de başlıca sebebi olduğu ifade edilen raporda, trafik kazalarındaki ölümlerin dörtte birinin yine alkolden kaynaklandığı belirtiliyor.

Järvenpää Sosyal Hastanesi Başkanı Dr. Antti Holopainen, alkolün Finlandiya'da bu kadar çok tüketilmesinin sebebini, "İçkinin ucuz oluşu, talebi artırıyor. Bu kadar basit." şeklinde açıklıyor. Finlandiya Sağlık Bakanı Ismo Tuominen ise eğilimin böyle devam etmesi durumunda, ülke ekonomisinin birçok yönüyle bu durumdan etkileneceğini vurguluyor. Ülkede yankı uyandıran rapor, Finlandiya Parlamentosu'nu harekete geçirdi. Parlamento, alkol tüketimini kontrol altına almak için bir dizi düzenleme yapmaya hazırlanıyor. Parlamentoda görüşülecek tasarıda şu öneriler yer alıyor: Alkollü içkilerin ücretlerinde büyük indirimlerin yapılması ve bu ürünlerin TV'de reklamlarının yapılması yasaklanacak. Alkolün zararlarına dair uyarılar yapılacak. Şu anki uygulama ile sabah saat 7'de satışına müsaade edilen alkollü içeceklerin satışı saat 9'dan sonrasına kaydırılacak.

Alkol Avrupa'da sadece Finlandiya'nın sorunu değil. İskoç sağlık uzmanları İskoçya'da alkolün önümüzdeki 4 yılda ölümlerin başlıca sebebi olacağını belirtiyor. Nüfusu 8 milyon olan Avusturya'da 870 bin kişinin alkol problemi var. AB Sağlık Komisyonu'nun geçtiğimiz aylarda hazırladığı alkol raporunda, AB bölgesi, dünyadaki alkol tüketiminde en ön sırada yer alıyor.

13 Aralık 2006
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=470858

Şarap ve Kalbe İyi Geldiği Yalanı


Şarap ve alkolün kalbe iyi geldiği konusundaki bilgileri yalanlayan en önemli kaynaklardan biri de Amerikan Kalp Organizasyonu (Amerikan Heart Association) dır. Web sayfasında Alcohol, Wine and Cardiovascular Disease (Alkol, Şarap, Kalp ve Damar Hastalıkları) başlıklı yazıda “Şarabın ya da diğer alkollü içkilerin kalp hastalıkları riskini düşürdüğüne yönelik kesin bir şey yoktur” denmektedir. (İngilizce metinde kırmızı renkteki cümle)

Ayrıca aşağıdaki mavi yazılı ingilizce cümlelerde ise Amerikan Kalp Organizasyonun kalp ve damar hastalıklarından korunmak için şarap ya da herhangi bir alkol türevinin içilmesini tavsiye etmediği de açıkça ifade edilmektedir. Kolestrol ve kan basıncı seviyesini düşürmek için doktora başvurmanın ve kilonun kontrol altında tutulması, yeteri miktarda fiziksel aktivitelerde bulunulması ve sağlıklı beslenme/diet in gerekliliği vurgulanmaktadır. Şarap içmenin ya da herhangi alkol içeren içki ya da gıdanın yukarıdaki önlemlerin yerine kullanılabileceğine yönelik bilimsel bir kanıt yoktur da deniyor.

What about red wine and heart disease?
Over the past several decades, many studies have been published in science journals about how drinking alcohol may be associated with reduced mortality due to heart disease in some populations. Some researchers have suggested that the benefit may be due to wine, especially red wine. Others are examining the potential benefits of components in red wine such as flavonoids (FLAV'oh-noidz) and other antioxidants (an"tih-OK'sih-dants) in reducing heart disease risk. Some of these components may be found in other foods such as grapes or red grape juice. The linkage reported in many of these studies may be due to other lifestyle factors rather than alcohol. Such factors may include increased physical activity, and a diet high in fruits and vegetables and lower in saturated fats. No direct comparison trials have been done to determine the specific effect of wine or other alcohol on the risk of developing heart disease or stroke.

Are there potential benefits of drinking wine or other alcoholic beverages?

Research is being done to find out what the apparent benefits of drinking wine or alcohol in some populations may be due to, including the role of antioxidants, an increase in HDL ("good") cholesterol or anti-clotting properties. Clinical trials of other antioxidants such as vitamin E have not shown any cardio-protective effect. Also, even if they were protective, antioxidants can be obtained from many fruits and vegetables, including red grape juice.

The best-known effect of alcohol is a small increase in HDL cholesterol. However, regular physical activity is another effective way to raise HDL cholesterol, and niacin can be prescribed to raise it to a greater degree. Alcohol or some substances such as resveratrol (res-VAIR'ah-trol) found in alcoholic beverages may prevent platelets in the blood from sticking together. That may reduce clot formation and reduce the risk of heart attack or stroke. (Aspirin may help reduce blood clotting in a similar way.) How alcohol or wine affects cardiovascular risk merits further research, but right now the American Heart Association does not recommend drinking wine or any other form of alcohol to gain these potential benefits. The AHA does recommend that to reduce your risk you should talk to your doctor about lowering your cholesterol and blood pressure, controlling your weight, getting enough physical activity and following a healthy diet. There is no scientific proof that drinking wine or any other alcoholic beverage can replace these conventional measures.

'Ömer Hayyam Şarapçı Değildi'

Genelde içkiye düşkünler Ömer Hayyam’ı pek sever. Her zaman ellerinde Hayyam’ı referans olarak tutarlar. Bir çok içki üreticisi onun şiirlerini reklam malzemesi olarak dahi kullanmaktadır.

Halbuki divan edebiyatında şarap ve içmek mecazi anlamda kullanılır.

Örneğin lale: Kısa zamanda Horasan ve İran coğrafyasına yayılıp bahçeleri tutuşturarak ortak kültürün malı haline gelen lâle, İran şiirinde, önce Hayyam, Hâfız ve Sâdi gibi şairlerin gazel ve rubailerinde boy gösterdi; rengi ve şekli dolayısıyla genellikle ateşe, şarap dolu kadehe ve sevgilinin yanağına benzetiliyordu.
Kaynak:
http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=535067

Yazar Sadık Yalsızuçanlar, son kitabı ‘Şey’de içkiyi yücelten şiirleriyle tanınan Ömer Hayyam’ın aslında hiç içki içmediğini savunuyor. Yalsızuçanlar’a göre bir mutasavvıf olan Hayyam, şarap kavramıyla ‘hakikat-i Muhammediyye’yi anlatmıştı.

“Şarap sen benim günüm güneşimsin / Öyle bir dolsun ki seninle içim / Bir bildik görünce beni sokakta / Ne o şarap, nereye böyle desin.” Şark edebiyatının efsane ismi Ömer Hayyam, rubailerinde sıkça geçen şarap kavramıyla birlikte anıldı hep. Dinî hükümlere karşı kayıtsızlığını gösteren ifadeleri de dillerden düşmedi. Minyatürlere bile başındaki kıvrım kıvrım bükülmüş sarığının, tel tel sakallarının yanısıra elindeki kadehle yansıdı. Öykücü Sadık Yalsızuçanlar ise son kitabı ‘Şey’de, Hayyam’ı çok farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Sultanü’l-âşıkîn unvanıyla bilinen Mısırlı şair İbn Fârıd’ın (1181-2/1235) bütün Batı dillerine tercüme edilen 39 beyitlik ‘Hamriyye’sinin girişindeki, ‘Biz sarhoş iken henüz üzüm yaratılmamıştı’ mısraından yola çıkan Yalsızuçanlar, Ömer Hayyam’ın şiirlerinde kastettiği şarabın, hakikat-i Muhammediye olduğu sonucuna ulaşmış. Hayyam’ı sarhoş eden şarabın üzümle, üzüm suyu ile ilgisi olmadığını söyleyen Yalsızuçanlar, bir anlatı kitabı olan ‘Şey’de, Hayyam’ın görüşlerini imge düzeyinde ve hikâye üslubuyla yorumluyor.

İranlı matematikçi, astronom, filozof, şair Ömer Hayyam, bir çadırcının oğlu olarak 11. asrın ortalarında Nişabur kentinde doğdu. Tıp, fizik, astronomi, cebir, geometri ve yüksek matematik alanlarında önemli çalışmalara imza attı. ‘Zamanın bütün bilgilerini bildiği’ söylenirdi. Ancak yaptığı çalışmaların çoğunu kaleme almadı. Oysa Hayyam, çokça duyduğumuz teoremlerin isimsiz kahramanıydı. Mesela bilinmeyen manasındaki ‘x’ kavramını, Celali takvimi o icat etti. Kendini ne kadar gizlemeye çalışsa da aşk, şarap ve insan kavramlarını sık sık dile getirdiği şiirleri sayesinde adı dillerden düşmedi. Öyle ki şarap denilince akla gelen ilk isim oldu çoğu kez. Sadık Yalsızuçanlar ise Ömer Hayyam’ın sanıldığı gibi şarapçı kimliğiyle öne çıkan biri değil, bir İslam filozofu, bilim adamı ve mutasavvıf olarak önemli yere sahip olduğunu söylüyor. Hayyam’ın kaleme aldığı ‘Varlık Risalesi’nden yola çıkarak farklı tespitlerde bulunan Yalsızuçanlar, “Hayyam dışında, İbn-il Farıd, Mevlânâ ve Yunus Emre başta olmak üzere Hak âşığı insanlar şiirlerinde şaraptan çokça bahseder. Mevlânâ, bu bahsettikleri şarabın, meyhanedeki şarapla ilgisi olmadığını, ‘Bizim sarhoşluğumuz üzüm sarhoşluğu değildir, bizim sarhoşluğumuzun sonu yok.’ gibi beyitlerle Mesnevi’sinde sürekli dile getirmiştir.” diyor. Yalsızuçanlar’a göre Hayyam, şarap kavramıyla daima dolu olduğu hakikât-i Muhammediyye’yi anlatıyor: “Hakikât-i Muhammediyye ile sermest olanlarda O’nun aşkı ve nuru daima mütecellidir.”

Yalsızuçanlar, ‘Şey’de Hayyam’ın dilinden derin bir hayıflanmayı dile getiriyor: “Her şarap anıldığında, her şarap şişesi görüldüğünde, her üzüm hasadı yapıldığında, tuhaf bir biçimde, ruhum oradaymış gibi beni anıyorlar... Oysa o şarabın etkisiyle sarhoş olmadım ben. O şarabı hiç ağzıma sürmedim. Onun tadını bilmem. Kırmızı, beyaz, pembe, kızıl, eski, yeni, ne zaman, nasıl yapılırsa yapılsın, nasıl içilirse içilsin, hiçbir şarapta benim bir izim, bir gölgem yok. Ama herkes beni anıyor şarap denince. Şarabı sarhoş edici bir içki olarak hiç tatmadım. Ama sarhoşluğum hep arttı. Öyle bir an geldi, ne kendimi, ne gayrı bilemedim.”
Kaynak: http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=191398

Alkol: Kanser ve Beslenme Tarzı Araştırma Sonuçları

Genelde alkolün insan sağlığı üzerine yararlarını haber yapan gazetelerden Hürriyet’te KANSER ve beslenme tarzı arasındaki ilişkiyi inceleyen en büyük araştırma İngiltere’de tamamlandığı haberi yayınlandı. Bu habere gore Dünya Kanser Araştırma Fonu’nun (WCRF) oluşturduğu uzmanlar kurulu, yedi bin araştırmanın sonuçlarını raporlaştırarak kansere karşı altın kurallar listesi oluşturdu. Bu listede “Alkolden olabildiğince uzak durun.” deniyor. (2 Kasım 2007)
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/7606953.asp?gid=161&sz=71197

Sosyalizm, Komünizm ve İslam

"Cemiyeti, hayalimizde, bütün emek ve ferd kadrosuyla küçültelim, basitleştirelim ve olanca faaliyeti, yalnız 10 çöpçünün günde birer somun ekmek karşılığı görecekleri iş protoplazmasına kadar indirelim... Bu 10 çöpçü, sabahın belli başlı saatinde kalkıp akşamın belli başlı saatinde yatmak üzere, her türlü adalet hesabı yerinde olarak aynı işi görseler ve 10 ekmeği gramı gramına paylaşsalar, bu kadar basite irca edilmiş bir misal içinde bile denkleşme gerçekleşebilecek midir? Hayır! Çünkü bahtına yokuşaşağı süpürmek düşen fertle, düpedüz veya yokuş yukarı süpürmek düşen insan arasında yine bir nispetsizlik doğacak ve ideal tevazünü bulmak, bu basit misalde bile, sunî altın yapıcılığı gibi imkânsızlığını ilân edecektir. Kâinatı tırnak törpüsüyle eğeleyip dümdüz hale getirmenin imkânı yoktur. "
Kaynak: NECİP FAZIL KISAKÜREK , Kitap: Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık

Önce tanımlarla başlayalım:


Bir haber grubunda şu şekilde tanımlamalar yapmışlar:

Sosyalizm: üretim araçlarının kamu adına devletin mülkiyetinde olduğu toplum düzeni.

Komünizm: üretim araçlarının mülkiyetinin olmadığı veya bir başka deyişle tüm topluma ait olduğu toplum düzeni.Kısaca bu şekilde tanımlanabilir. Ancak aralarında farklar vardır. Sosyalizmde devlet vardır, komünizmde yoktur. Sosyalizmde iktidar, işçi sınıfınındır; komünizmde sınıf yoktur vs. Komünizm=sosyalizm değildir ancak komünist ve sosyalist aynıdır denebilir. Çünkü bir komünist aynı zamanda sosyalisttir. Yani bütün komünistler sosyalisttir ama bütün sosyalistler komünist değildir.
Sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçiş sürecidir aslında. Sosyalizmle komünizm arasında kesin, belirgin bir hat, bir çizgi yoktur. Tamam sosyalizm bitti dendiğinde, artık komünizme geçiyoruz, geçeceğiz ya da geçtik diye bir şey yoktur. Sosyalist toplumdan, sınıfsız topluma geçiş, kendiliğinden doğal olarak gerçekleşir. Başka bir deyişle, sosyalizm sınıfsız toplumu yaratmak için vardır. Dolayısıyla bir sosyalist aynı zamanda komünisttir.


Yukarıdaki tanımlamalara bakacak olursak en önemli olan şeyin insan olduğu bir yana bırakılarak kendilerince ideal bir sistem amaç ediniliyor. Sonuç itibariyle bir çeşit zulüm gerçekleşiyor. Çünkü insan tabiatına aykırı uygulamalar ya da düzen insan yaşamını güçleştiriyor. Yani insana zulüm ediliyor.

Neden insan tabiatını aykırı? Çünkü insan için en önemli değerlerden biridir özgürlük/hürriyet. İnsan özgürlüğünü kısıtlamak demek insanın iradesini yok saymak ya da önemsememek demektir.

Allah dahi insanı iradesi ve nefsi ile özgürlük sunuyor. Dinin emir, yasak ve tavsiyeleri vardır ama günah ve hata da vardır.

Bir de ben bu tür fikir, ideoloji v.b. yi bir çeşit putperestliğe benzetiyorum. İnsanın kendi eliyle yaptığı bir şeye tapması gibi bir sonuç var ortada. Mesela evrim de bir çeşit bilimsel putperestliktir.

Günümüzdeki komünizm hayranı ya da destekçisi olan kişiler Sovyetler Birliği (S.S.C.B)’ nde çeşitli nedenlerle komünizm gerçekleşmediğini söylerler. Bu sayede bir çeşit hayal satarak gerçek komünizm oluşturulabileceğini iddia ederler. Ayrıca başka insanları fikirlerini anlamamakla suçlarlar. Anlaşılmayacak fazla bir şey yok aslında: bir çok konuda insan iradesinin insandan alınarak sisteme devredilmesi istenmektedir.

İslam’da Kuran temel değer ve ilkeleri tanımlayarak insan yaşamı ve devlet yönetimi konusunda temel yapıyı tarif eder. Müslümanlar Peygamber Efendimizin yaşamını örnek alarak çok detay uygulama ve örnekleri kendi yaşamlarına uygulayabilirler. Dolayısıyla bugüne kadar İslam’dan habersiz ortaya atılmış fikir ve ideolojilerin varsa güzel yanları, bunları İslam içinde görmek çok zor değildir.

İslam prensiplerini benimsemiş bir yönetimde bir çok yönetim şeklindeki uygulamaların iyi yanlarını birleştirmek mümkündür. Mesela İslam insan hak ve hürriyetlerini ve fırsat eşitliğini savunur. Zenginlerin zekat v.b. ile fakirlere kendilerinde zaten ödünç olan Allah’ın malından vermeleri ister. Aynı zamanda mal sahibi olmakta bir özgürlüktür. İşçinin/çalışanın ya da insanların haklarını korumakta İslam dininin ortaya koyduğu önemli esaslardan biridir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Dolayısıyla Sosyalizm, Komünizm, Kapitalizm v.b. İslam’dan habersiz insanların ortaya koydukları hatalı çıkarımlardır.

Bazı insanlar Sosyalizm, Komünizm hayranları gibi aklı kendi ideolojilerini isbatlamak için kullanabiliyorlar. Ancak akıl sadece bu fikirleri isbata yoğunlaştığı için kişilerin doğruları içine hapis olmakta ve gerçekleri önemsememektedir. Bu durum büyülenmiş insan psikolojisi ya da davranışı olarak tarif edilebilir. Bunun sebebi de insanın bir yaratıcıya inanma duygusunun bir sistem fikrine olan inanç ile bastırılmak istenmesi olabilir. İnsanoğlu kendisini ve olayları bütün sebepleriyle bilemediğinden çoğu zaman gerçekleri idrak edemeyebilir ve kendi doğrularını gerçekmiş gibi zannedebilir. İslam’da insanın bu şekilde sapkın fikirler üretebileceği göz önünde tutularak, insanların her zaman Allah’a dua etmesi ve Allah’a güvenmesi istenir. Zaten ehli sünnet anlayışını yani Peygamberimizi, hayatlarında örnek, rehber ve ölçü olarak gören Müslümanlar bu sapkın fikir ve düşüncelerden uzak durabilirler.

Avrupa’da burjuva sınıfı ve kilise insanların hayatlarını oldukça zorlaştırmıştır. İnsanların hem maddi hem de manevi özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Buna bir tepki olarak devrimci bir anlayış ile Sosyalizm, Komünizm ve Evrim Teorisi (bence teori dahi değil) icat edilmiştir. İslam toplumlarında mesela Osmanlı’da bir burjuva sınıfından ya da İslam dininin insanlara eziyet ettiğinden bahsedilemez. Dolayısıyla Sosyalizm, Komünizm gibi kavramlar İslam toplumlarına anlamsız gelmektedir.

Türkiye’de Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren okullar ve sistem sosyalizm fikrine sahip çıkacak insanlar yetişmesine neden olacak potansiyele sahipti. Örneğin 68 kuşagı olarak adlandırılan bir kesim ülkemiz de sosyalizmin anlaşılması tanınması ve uygulamaya geçilmesi için çaba göstermiştir. Sonuçta Türkiye’de sağcı ve solcu diyebileceğimiz kesimlerin radikalleşmesine ve kardeş kanı dökülmesini neden olmuştur. Ülke geri kalmış ve askeri müdahalelerle sarsılmıştır.

Günümüzdeki dinsiz PKK ve Kürt halkını temsil ettiğini iddia eden Sosyalist kişiler de Türkiye’deki sosyalizm hareketlerinden etkilenmişler ve bugün Türkiye’de bir çok sivil ve askerin ölmesine, Kürt halkının mağdur edilmesine ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun yeteri kadar gelişememesine neden olmuşlardır.

Bir başka haber grubunda ise Sosyalizm, Komünizm hakkında şu şekilde yorumlar mevcut:
Geride bıraktığımız şiddet ve vahşet dolu yüzyılın insanlığa en çok zarar getiren, dünyaya en fazla yayılmış olan ideolojisi kuşkusuz komünizmdi. Karl Marx ve Friedrich Engels adlı iki Alman filozof tarafından 19. yüzyılda tarihi zirvesine ulaşan komünizm, tüm dünyada Nazilerin ve emperyalist devletlerin soykırımlarını dahi geride bıracak kadar çok kan döktü. Masum insanların canına kıydı, insanlar arasında dehşet, korku ve ümitsizlik yaydı. Bugün bile demir perde ülkeleri ve Rusya dendiğinde insanların gözünde karanlık, puslu, renksiz, cansız sokaklar, tedirginliğin ve korkunun hüküm sürdüğü toplumlar canlanır. Her ne kadar 1991 yılında komünizmin yıkıldığı kabul edilse de, arkasında bıraktığı enkaz hala durmaktadır. "Eski tüfek" komünistler ve Marksistlerin bir kısmı ise, her ne kadar "liberalleştilerse"de, komünizmin ve Marksizmin karanlık yüzü ve insanları dinden ve ahlaktan uzaklaştıran materyalist felsefesi, bu insanların üzerindeki etkisini devam ettirmektedir.

20. yüzyılda dünyanın dört bir köşesinde terör estiren bu ideoloji, aslında antik çağdan beri varolan bir düşünceyi temsil ediyordu. Bu düşünce, materyalist yani maddeyi tek değer olarak gören felsefe idi. Komünizm bu felsefe üzerine bina edilerek, 19. yüzyılda dünya gündemine getirildi.

Komünizmin fikir babaları Marx ve Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı verilen yeni bir yöntemle açıklamaya çalıştılar. Diyalektik, evrendeki tüm gelişmenin, çatışma sayesinde elde edildiği varsayımıydı. Marx ve Engels, bu varsayıma dayanarak tüm dünya tarihini yorumlamaya giriştiler. Marx, insanlık tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu, mevcut çatışmanın işçiler ve kapitalistler arasında geçtiğini ve yakında işçilerin ayaklanıp komünist bir devrim yapacaklarını iddia ediyordu.

Komünizmin iki kurucusunun en belirgin özellikleri ise, her materyalist gibi dine büyük bir düşmanlık beslemeleriydi. Her ikisi de koyu birer ateist olan Marx ve Engels, dini inançların yok edilmesini komünizm açısından zorunlu görüyorlardı.

Ancak Marx'ın ve Engels'in önemli bir eksikleri vardı; daha geniş bir kitleyi etkileri altına alabilmek için ideolojilerine bilimsel bir görünüm vermeleri gerekiyordu. İşte 20. yüzyılda yaşanan acılara, kaosa, toplu kıyımlara, kardeşi kardeşe kırdıran eylemlere ve bölücülüğe imza atan tehlikeli ittifak bu noktada ortaya çıktı. Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabıyla evrim teorisini ortaya attı. Ne ilginçtir ki, kitabında öne sürdüğü temel iddialar Marx ve Engels'in aradıkları açıklamalardı. Darwin, canlıların "yaşam mücadelesi" sonucunda, yani "diyalektik bir çatışma"yla ortaya çıktıklarını iddia ediyordu. Dahası, yaratılışı inkar ederek dini inançları reddediyordu. Bu, Marx ve Engels için bulunmaz bir fırsattı.