28 Şubat 2008 Perşembe

Bilim , İslam ve Üniversite

Bilim , İslam ve Üniversite

Bilim Nedir?
Bilim konusunda bir çok benzer tanım mevcuttur. Genel olarak Akademik Bilim ve Teknoloji Sözlügüne (Academic Press Dictionary of Science & Technology) göre

Bilim: Tabiat olaylarının ve durumlarının sistematik olarak gözlenmesidir. Bu sayede doğru bilgi elde edilir ve bu bilgiler ile bilimsel kurallar ve yöntemler belirlenir.

Bilim temelde insanların evren ve insanla ilgili durumların anlaşılması ve insanların daha rahat yasaması amacıyla bilginin oluşturulması ve kullanılmasıdır.

Avrupa'de geçmiste Hristiyan din adamlarının dini kendi tekelleri içinde tutmak istemeleri ve kendi güçlerini sarsacak düşüncelere karşı çıkmaları dini ve bilimi karşı karşıya getirmiştir. Bundan dolayı Batı dünyasında din ve bilim birbirinden ayrı düşünülmeye çalışılmıştır.

Halbuki İslam dünyasında durum oldukça farklıdır. İslam Müslüman insanlara araştırma yapmak ve bilginin açığa çıkarılması amacıyla bir vizyon çizmiştir. Bu yaklaşımla Müslüman insanlar bugünkü bilimin temelini oluşturan bir çok buluşa imza atmıştır. Müslümanların bilime katkıları sayesinde Avrupa Rönesansi gerçekleştirebilmiş ve
bilim bugünkü seviyesine gelebilmiştir.

Frankfurt Üniversitesi Arap-Islam Bilimleri Enstitüsü Baskani Prof. Dr. Fuat Sezgin
Hoca’nın çalışmaları neticesinde beş ciltlik “İslam’da Bilim ve Teknoloji” adlı eser
Müslümanların bilime katkilarını açıkça ifade etmektedir. Bakınız:
http://turkbilimtarihindensayfalar.azbuz.com/readArticle.jsp?objectID=5000000000553858


Bilim aslında yaratıcının yani Allah'ın yarattıkları hakkındaki bilgilerin çok küçük bir kısmının insanlar tarafindan ögrenilmesi ve kullanılmasından başka bir şey değildir. Evreni, içindeki milyarlarca galaksiyi, hücre ve hücre içindeki olaylara kadar insan aklını ve kapasitesini aşan bir bilgi mevcuttur.

Harvard Üniversitesi tarafindan hücre içinin modellemesi de gösteriyor ki; çok küçük bir hücrenin içinde olanlar dahi çok büyük bir bilgi kaynağını, gücü ve bunlara sahip yaratıcıyı isbat etmektedir. Bir de bunu galaksiler seviyesinde düşündüğümüzde insanı aşan çok büyük bir bilginin varlığı anlaşılmaktadır. Bakınız: http://aimediaserver.com/studiodaily/harvard/harvard.swf

Dinin Üniversite'de yeri yoktur diyenler bunu niçin söylerler acaba?

Bilim de insan hayatunda bir yere sahiptir. Ama insan hayatinin hepsi değildir. Dolayısıyla insan hayatının amacı olamaz. Bilim insan hayatını kolaylastıran bir araçtır sadece. Bundan fazlasını düşünmek bilimi yaratıcı yerine koymak olur. Bu durumda farkında olmadan puta tapmak gibidir.

Bazı bilim adamlarının önemli eksiklerininden biri de İslam dinini ögrenmek için kendilerine firsat tanımıyor olmalarıdır. Bu nedenden dolayı önyargının esiri olmaktadırlar. Düşünün bir defa; bir yaratıcı vardır ve o yaratıcı evrendeki her şeyi kontrol etmektedir. Ancak siz onu hesaba katmadan olayları ve durumları yorumlamaya ya da anlamaya çalışıyorsunuz. Bazı bilim adamlarının bu bakış açısı; laboratuvardaki farelerin dünyayı kendilerinden ibaret sanmaları gibi bir şeydir dersek abartmış olmayız herhalde.

Dini sadece yazılı metinlerden, din adamlarında ve kendini dini ibadet ve yaşam şekline körü körüne bağlanmış insanlardan ibaretmis gibi algılamak oldukça garip bir durum. Din kişisel bir tecrübedir ve her bir insanın Allah'ı tanımak ya da bulmak için gösterdiği çaba, ona Allah'ın varlığını şüphe bırakmayacak şekilde öğrenme, bilme imkanı sağlamaktadır.
Dolayısıyla dini bilime ya da hayatlarına karıştırmayanlar, dini tecrübe konusunda kendileri için bir bilimsel çalışma yapmışlar mıdır?

Sonuç olarak; hem Müslüman (dindar) olmak hem de bilim adamı olmak birbirine engel değildir. Ya da Üniversitede din olmamalıdır şeklindeki görüşler bağnaz bir yaklaşımdır ve sadece bir kabullenmeden ibarettir.

8 Ocak 2008 Salı

Osmanlıca Öğrenmek

Osmanlıca Öğrenmek
Hafızasını kaybetmiş insanları konu alan filmleri seyretmişsinizdir. Kendileri olabilmek hafızalarına tekrar kavuşmak için gayret gösterirler.

Biz de Osmanlıların torunları olarak yüzlerce yılda edinilen bilgi birikimimizi, yani hafızamızı kaybettik… Binlerce cilt kitap, milyonlarca sayfa arşiv belgesi, edinilmiş bilgiler, tarih, olgunlaşmış düşünceler, toplumun kültür ve karakter özelliklerini açıklayan öğreten kaynaklar, tecrübeler kayıp listesindeki buz dağının sadece görünen parçası…

Dünyada bizim gibi bir mirasa sahip olup da atalarının yazdıklarını okumayan başka bir millet yoktur. Osmanlılar daha iyi düşünebilmek, daha iyi fikirleri ve duyguları ifade edebilmek, daha iyi bilgileri aktarabilmek amacıyla Türkçe’den daha fazla edebi kültüre ve daha uzun tarihi geçmişe sahip Farsça’dan ve Arapça’dan yararlanarak daha zengin bir dil meydana getirmişler. Bu sayede günümüz yazarlarından Geoffrey Lewis’in de ifade ettiği gibi “Osmanlıca kelime zenginliği bakımından İngilizce’ye yaklaşmış tek dildir ”.

Osmanlıca Alfabesi Arap Alfabesine Türkçe sesler için gerekli harflerin eklenmesiyle oluşmuştur. Türkçe kelime ve cümleler Latin Alfabesi yerine Arap Alfabesi kullanılarak yazılmıştır. Tek fark bu…

Prof Dr. Hayati Develi Osmanlıca kitabının ön sözünde şöyle diyor:
“Osmanlı Türkçesi hakkında kimi yerleşik yanlış fikirler vardır. Bizim, Türkiye Türkçesinin tarihi dönemi olarak anlayıp öğrettiğimiz bu dili, Türkçe’den başka, apayrı bir dil gibi gören, düşünen veya sananlar mevcuttur. Hele bu dilin Arapça, Farsça ve Türkçe’nin karışmasından oluşmuş yapay bir dil olduğu şeklindeki yanlış düşünce, “Osmanlıca” olarak adlandırılan bu dilin öğrenilmesi neredeyse imkansız veya çok zor bir bilgi alanı olduğu zannı uyandırıyor. Osmanlı Türkçesini öğretmek için yazılmış kitapların çoğunun da işi kolaylaştırıcı bir metottan yoksun oldukları hemen göze çarpıyor. ”

Osmanlıca liselerde seçmeli ders olarak okutulabilir. Bu sayede batan gemiden bir şeyler kurtarabiliriz. Bunun yanında biz de Osmanlıca’yı öğrenebiliriz:

Osmanlıca öğrenmek için kaynaklar

İnternet Osmanlıca Kursu Programları
http://www.islamharfleri.com/kurs/index.html

Kitap: Osmanlı Türkçesi Klavuzu 1, Prof Dr. Hayati Develi, 3F Yayınevi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=109922&sa=32329095

İstiklal Marşı
http://www.islamharfleri.com/metinler/yardimli/diger_im_01.html

Osmanlıca Gazete
http://www.islamharfleri.com/metinler/diger_talebedefteri.html

Osmanlıca Web Sitesi
http://www.islamharfleri.com/osmanlica01/index.html

Osmanlıca Metinler
http://www.ottomanlanguage.com/ornekler.htm

Osmanlıca Yazmak İçin Online Klavye Programı
http://www.corluihl.com/ArabicKeyboard/ArabicKeyboard.htm
http://www.gezginler.net/modules/mydownloads/singlefile.php?download=arapca-osmanlica-klavye&lid=1540

14 Aralık 2007 Cuma

Antika İdeolojiler Sosyalizm - Komünizm

Sosyalizm ve Komünizm günümüz dünyasında geçerliliğini kaybetmiştir. Bunun en büyük nedenlerinden biri de bu ideolojilerin ortaya çıkmasını sağlayan işçi sınıfı v.b. etkenlerin günümüz dünyasında olmaması ya da iş dünyasında işçi, yönetici, patron dengelerinin değişmesidir. Dolayısıyla fikir ve düşünce adamları tarafından bu ideolojilerin düşünürlüğü kalmamıştır. Hatta çok sayıda işçi çalıştıran fabrikalarda işçiler yerlerini robotlara bırakmışlar ve günümüz robotlarınında hallerinden şikayetçi olduğu da pek duyulmamıştır.

Dünyada hala fırsat eşitliği olmasa da dünyanın hemen her yerinde insanlara zengin olma ya da kendi işini kurma fırsatları sunulmaktadır. Belki dünyada kapitalist olmakla en fazla suçlanan ABD dahi insanlara sunduğu potansiyel iş fırsatları ve piyasa da çalışmak isteyenlere sunulan iş yoğunluğu ile sosyalizm için temel bahaneleri ortadan kaldırmaktadır.


Bügün borsa, çalışanlara verilen kar esasına göre verilen primler ve haklar v.b. sermayenin paylaşımını göstermektedir. Ayrıca iş yönetimi mantığının değişmesi ve çalışanlara verilen değerler artığından, dünya sosyalizmin çıktığı zenginlerin ve kilisenin ezdiği 20. yüzyıl öncesi Avrupa değildir.

Özellikle Türkiye’de küçük bir azınlık olmakla birlikte geleneksel şekilde bazı gençlerin ailelerinden ya da çevrelerinden miras kalan bu ideolojilerin peşinden koşmaları, üniversitelerde gürültü yapmaları üzüntü vericidir.

Chavez, Sosyalizm ve İslam - Chavez Bir Diktatör Olma Yolunda

2 Aralık 2007’de Venezüella’da Anayasa değişiklikleri –anayasa reformu- için halk oylaması yapıldı. Hugo Chavez kendisini diktatörlüğe taşıyacak bu referandurumu kaybetti.

Chavez Sosyalizm hedefi doğrultusunda halka verdiği vaadlerle başa gelmişti. Amerikaya meydan okuşuyla dikkati çekti. Tüm dünyadaki Amerikan politikalarına nefretin sonucu olarakta, kendi halkı da dahil olmak üzere bir çok kişinin sempati duymasına neden oldu. (İspanya Kralı ve Başbakanı ile yaptığı ölçüsüz münakaşa da gösteriyor ki, Chavez gerçek anlamda uluslarası ilişkilerden de anlamıyor.)

Venezüella’nın petrol zengini olması ve petrol fiyatlarının 50 Dolar’dan 100 Dolara kadar tırmanması ülke gelirlerinin çok fazla artmasına neden oldu. Bu durum Chavez’e cesaret veriyor ve bu sayede normalde yapamayacağı değişiklikleri halka dolaylı yollardan para dağıtarak belki bir dereceye kadar yapabilir. Bu gibi suni yöntemlerle kendi halkına ve dünyaya sosyalizm konusunda başarılıymış gibi görülebilir.

Kendi ülkesine has ekonomik ve siyasi durumların sonucu olarak Venezüella’nın başında yer alan Chavez’in şişme bir balon olduğunu söylersek çokta abartmış olmayız. Ülkesindeki siyasi çekişmelerin sonucunda unutulan halk için, sosyalizm’e de özgü olmayan bir kaç uygulaması onu başarılı bir sosyalist yapmaz.

Şimdi de sosyalizm hedeflerini yerine getirmek için aşağıdaki anayasa değişikliklerinin yapılmasını istiyor:
· Başkan seçilmek için sınırsız hak
· Başkanın 6'dan 7 yıla çıkarılan görev süresi
· Başkana darbe, istila, savaş veya doğal afet halinde sansür imkanı veren süresiz "olağanüstü hal" ilanı yetkisi
· Kriz hallerinde başkan yardımcısı atama ve azletme yetkisi

Bu değişiklikler diktatör olmanın yolunu açıyor. En kısa zamanda, Chavez bu değişiklikleri yapabilmek için yeni girişimlerde bulunacak.

Şimdi buradan hareketle sosyalizm konusunda bir kaç değerlendirme de bulunalım:

Bir sosyalist lider ne kadar sosyalizmin değerlerini benimsemiş olsa da, halkı yönetme gücüne sahip olduktan sonra, sosyalist değerlerinin, gücü korumak ve devamlı kılmak amacıyla değişmesi mümkündür. Bu amaçla sosyalistlerin gücü ele geçirdikten sonra bu gücün getirilerini kendi zevk ve istekleri doğrultusunda kullanmalarını beklemek çok doğaldır. Onlarda insandır ve binlerce insanın kendilerine saygı, sevgi göstermesi, alkışlaması ve istediklerini yapmak üzere sosyalist yöneticilerin emrinde bir topluluğun - halkın- olması meşhur (şarkıcı, artist) insanlardaki gibi duyguları canlandırması kuşkusuz kaçınılmazdır. Demokraside olduğu gibi, yöneticilerin geldiklerinde gidebilmelerini sağlayacak bir düzen olmadığında, sonuç diktatörlükle sonuçlanmaktadır. Sonuçta diktatör kendi doğruları, zevkleri, heyecanları ve istekleri doğrultusunda sosyal adalet ve eşitlik getirmek için çıktığı yolda, halkı ezen, zülmeden bir sistemin mimarı olabilecektir.

Sovyetler Birliği, Eski Irak (Saddam Dönemi), Küba, Suriye, Libya, Kuzey Kore v.b. ülkeler bir çok yönüyle yukarıdaki söylediklerimizi doğrulamaktadır.

Şimdi konunun başka yönlerine değinelim:

Sosyalizm, özellikle ekonomik durumundan memnun olmayan (fakir – orta kesim) ya da aldığı eğitim ile sosyalizme ideolojik olarak sempati duyanlar tarafından her zaman ilgi duyulacaktır. Çünkü sosyalistler tarafından insanların her zaman hayallerini kurdukları daha iyi bir yaşam için sosyal adalet, eşitlik v.b. söylevlerle, bu hayallerini gerçekleştirmek amacıyla demogojik süslemeleri olan bir hayal satılmaktadır. Bu hayal dünyada insanlar arasındaki dengesizliklerin ortadan kaldırılabileceği düşüncesine dayanıyor.

Halbuki, Sosyalizm ve devamında getirilmek istenen Komünizm de laboratuvarda yapılan teorik deneylere benzer. Bu deneylerde, saf maddeleri alırsınız ve ideal koşullarda beklenen sonucu yani bir bileşimle ya da kimyasal tepkimeyle sonuçlanmasını beklersiniz. Halbuki, insan ve yaşam bütün bileşenleriyle bir laboratuvar deneyi olmaktan uzaktır. Her insan farklıdır ve hiç bir insanın yaşamı birbirine benzemez. Saf bir madde olmaktan uzak insanın, bir sistem eliyle istenilen sonuçları göstermesini beklemek bir hayalden ibarettir. Her bir insanın başına bir polis yerleştiremeyeceğinize göre, sistemin çalışması tamamiyle insanlara kalmıştır. İnsanlarda özgürlüklerini kısıtlayan kurallara neden uysunlar ki? Fırsatını bulduklarınında sistem kurallarını çiğneyeceklerdir.

Alternatif bir yol ise insanları genetik olarak değiştirerek tek bir insana çevirmek ya da fabrika ortamlarında seri olarak üretmek olabilir. Bunun da neden olamayacağını tartışmaya gerek yoktur.

Sonuç olarak insanı sistemle – kurallarla istenilen düzeye getiremezsiniz.

Düşünün bir kere; evlilik gibi bir ilişki de dahi aynı amaç (hayat boyu ortak çıkarları için birlikte yaşama) için bir araya gelmiş çiftler dahi anlaşmazlıklar yaşarken, sosyalist değerler çerçevesinde bir ülke insanının her bir ağızdan aynı şeyi söylemesi ya da yapması beklenemez.

Ülkemizin fikir ve düşünce adamlarından Cemil Meriç’in Sosyalizm hakkındaki yargısına burada değinmek gerekiyor: “Sosyalizm, İslamiyet’ten haberi olmayanların İslamiyet’idir”. Bir dönem sosyalizmin savunucularından olmuş, daha sonra İslam dinine bağlanmış, sosyalizm hakkında kitaplar yazmış, Fransızca’dan sosyalizm hakkındaki kitaplardan çeviri yapmış, Türkiye’de hem sağcı hem de solcu aydınlar tarafından saygı gören, bir düşünürün bu yargısı şüphesiz boşuna değildir.


Gerçekten de sosyalizme saf olarak inanan insanları incelediğimizde, 10-12 yaşlarındaki bir çocuktan beklenecek saflıkta düşüncelerde bulunurlar. Bu insanlar belki daha önce İslam’ı tanımış ve gerçek anlamda öğrenme fırsatı bulmuş olsalardı, Sosyalizm gibi bir hayale kapılmayacaklardı. Hem de İslam’ı bütün muhteşemliğiyle yaşama fırsatı bulacaklardı.

Hem sosyalizm hem de karşıtı kapitalizm, insanların özgürlüklerini ve haklarını, birinde sistem diğerinde ise sermaye sahiplerinin çıkarlarıyla sınırlandırıyor. Komünizm ise insanı dahi önemsemiyor sistemi yüceltiyor. Halbuki İslamiyet bu kavramlar ortada yokken, getirdiği temel kurallar ve öğretiler ile hem kapitalizm’i hem de sosyalizmi özde değerlerini aynı kapta yoğurmayı başarmıştır. Yani İslam insanların zengin olmasını bir hak olarak görüyor. Hatta Kuran’da Allah’ın zenginliği istediğine verdiği manasına gelen ayet var. Bunların yanında zekat, sadaka, kurban ve ihtiyaç sahiplerine Allah adına yardım etme var... Sonuçta insanların hem özgür oldukları hem de sorumlukluklarını vicdana, hakka ve tabiata uygun bir şekilde yerine getirdikleri bir yaşam biçimi oluşuyor.

İslam öyle bir gerçektir ki, hayal satmaz. Hatta binlerce polisin ya da askerin yapamayacağı şeyleri insanlara gönüllü olarak yaptırır. Örneğin Hac buna güzel bir örnektir. Milyonlarca Müslüman hacta bir düzen içinde Kabe’yi tavaf ederler. Bir çok sorumluluklarını yerine getirirler. Hepsi aynı amaç için gönüllü olarak bu sorumlulularını bir çok zahmete dayanarak yaparlar. Peki neden? Tabii ki tabiatlarına, yaratılma sebeplerine uygun olarak Allah için.

İşte Sosyalizm, İslam gibi insan tabiatına uygun, insanların kendi iradeleriyle ortaya koydukları davranışları ortaya çıkaramaz. İslam bireye yani direk olarak insana seslenir. Sistem ya da devlet İslam için hedef değildir. Müslüman insanlar sistem ya da devlet olmadan da bir düzen (sosyal adalet, hak, hukuk v.b.) içinde de yaşayabilirler.

Sistem ya da devlet düzeni ile insanların hayatlarının cennete dönüştüreleceği düşünülüyorsa ya da hayal ediliyorsa burada ciddi bir hata yapılmaktadır. İnsanlar öncelikle hayatın anlamını bulmak isterler. Günümüzde bu anlam büyük çoğunlukla İslam dini dışında para, zenginlik, zevk, ya da yanlış inanışlar çerçevesinde oluşturulmaya çalışılmaktadır. İnsanların çoğunluğunun huzursuz ya da mutsuz oluşundaki temel neden de budur.

Sonuç olarak insanın huzuru bir sistemde aramak yerine bunu kendi içinde bulmaya çalışması en güzeli olacaktır. Bunu derken elbette mevcut sistemlerin hatalarının olmadığını ya da değiştirmek için çaba sarfetmeyeceğimizi söylemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir gerçek var ki, kendi iç huzurunu bulmuş, kendisiyle barışık insanlardan oluşan sistemler, sistemin ne olduğuna bakılmaksızın başarılı olacaklardır...

19 Kasım 2007 Pazartesi

Nasihat

Yaşlanan, tecrübe edinen bazı kimseler nasihat vermeyi çok sever. Nasihat vermek kolaydır, dinlemek zordur. Özellikle hocaların vaazı, yaşlıların öğütleri zor dinlenir.
Çünkü gençlerde enaniyet vardır, tenkit edilmeyi sevmezler. Dille yapılan nasihatler çok sıkıcıdır, çünkü nasihat eden kendini büyük zannederken, nasihati dinleyen ezildikçe ezilir. Ebeveynler çocuklarına nasihat etmeyi çok sever. Çocuklar da bu yüzden ebeveynleri bir şeyler anlatmak istediği zaman dinlemek istemez. Bu çıkmazdan kurtulmak için nasihati öncelikle kendimize vermemiz gerekir.

Mesela bir gün aynanın karşısına geçip, aynadaki görüntümüze hatalarımızı bir bir sayabiliriz. Hatta bu konuşmayı kasete kaydedip bir süre sonra dinlemeliyiz. Geçenlerde bir şahısla konuşurken sevmediği yazarları sıraladı. ‘Neden sevmiyorsun?’ dediğimde yazılarının öğüt verici olduğunu söyledi. Bir konuyu izah etmek başka, şöyle yap böyle yap demek daha başkadır. Meyveler sağlığımız için çok faydalı. Ama meyveler faydalı olduklarını bize anlatmadı. Biz denedik ve faydalı olduklarına inandık. Sigara içen bir babanın. oğluna, ‘sigara içme’ demesi ne kadar anlamsızdır. Bir zamanlar bir baba oğluna demiş ki: “Oğlum sakın sinemaya gitme. Orada senin görmemen gereken şeyler vardır.” Çocuk da bu söze uymuş, sinemaya gitmiyormuş. Bir gün arkadaşının ısrarı ile sinemaya gidiyor. Girmesi ile çıkması bir olmuş. Arkadaşı merakla sormuş “İçerde görmemen gereken neydi?” diye. Çocuk “ İçerde babam vardı.” diye cevap vermiş. İşte birçok öğütler böyledir.

Bir anne tanırım. Çocuklarına bol bol nasihat verirdi. Bir başka anne ise çocuklarına nasihat etmezdi. Sadece çocuğunun dersini takip eder, hemen kitabı alıp birlikte ders çalışmaya başlardı. Bu annenin çocuğu daha başarılı oldu.

Enaniyet devrinde yaşadığımızı bilmek gerek. Yani bu devirde herkes ben bilirim, ben yaparım der ve kimseyi dinlemez. Bu durum toplu çalışmaları, beraber iş yapmaları, aile hayatını menfi şekilde etkilemektedir. Kendini beğenenlerle yapacak hiçbir şey yoktur.

Başarılı bir işadamı tanıyordum. Ağzından hayır kelimesi çok az çıkardı. Masasının üzerinde şöyle bir yazı görmüştüm: “Özür dileyeceğin sözü söyleme.” Alimlerle bir arada olduğum zaman talebelerini tenkit etmediklerini gördüm. Kur’an ve hadis üzerinden anlatıyorlardı. Anlatırken “Elhamdülillah bugün erken kalktım. Namaza kadar Kur’an okudum, çok rahatladım.” derken aslında sabah namazlarını kaçırmayın, erken kalkın, Kur’an okuyun, namaz kılın demek istiyordu. Bu metodu çok beğenmiştim. Enaniyetin en belli alameti gururdur. Bu insanlar kendini üstün kabul eder. Artık ona bir şey anlatılamaz. Çocuklarımıza örnek olabilmemiz için öncelikle kendimize çekidüzen vermemiz gerekir.

Kaynak: HEKİMOĞLU İSMAİL
http://www.zaman.com.tr/2003/06/14/yazarlar/hekimogluismail.htm

2 Kasım 2007 Cuma

Alkol ve Vücuttaki Seyri

Vücuda alkol alındığında mide ve ince bağırsakta kana geçmektedir. Sonra karaciğer başta olmak üzere diğer organlarda yolculuğuna devam etmektedir. Bir çok doku alkolü suya ve karbon dioksite parçalasa da bu iş özellikle karaciğerde yapılmakta ve sonra da akciğerlerden atılmaktadır.

Karaciger en fazla alkolün parçalandığı organ oldugu için en fazla alkolden kaynaklanan hastalığın olustuğu organ da olmaktadır. Bunun yanında alkol aynı zamanda beyin, kalp, kaslar ve pankreas da da toksit yani zehir etkisi yapmaktadır.

Alkol alanlarda ilk basta karaciğer de büyüme meydana gelmektedir. Bunun nedeni alkolün karaciger de parçalanmasinin oluşturduğu yan etkidir. Kişinin alkol içmesi devamlı hale gelirse kişi de alkole bağlı hepatit görülmeye başlanmaktadır. Bu durumda karaciğer görevini yerine
getiremediğinden kişi karaciğer yetmezliğinden ölebilir.

Ayrıca alkol alan insanlarda çıplak gözle dahi görülebilecek iç organlar içinde ve üzerinde yağ tabakaları oluşmaktadır.

Alkol alan kişilerin yaklaşık yüzde 10’nunda karaciğerin kalıcı olarak zarar görmesi olarak tanımlanan "siroz" oluşmaktadır.

- Alkolün karaciğer dışında verdiği zararlar şöyle sıralanabilir.

*Mide rahatsızlıkları
*Şeker hastalığına neden olan pankreas hastalıkları
*Yüksek kan basıncı
*Kaslardaki yüksek basınçtan dolayı kalp yetmezliği
*Çarpıntı
*Kalp ritim bozuklukları
*Ani kalp krizi
*Ikditarsizlik (Cinsel problemler)
*Beyin problemleri
*Depresyon
*Kaslardaki sinirlerin görevlerini yerine getirememeleri
*Karaciger, agiz, bogaz, yemek borusu, bağırsak, göğüs kanserleri...

-Kaynaklar-
1) http://www.umm.edu/liver/alcohol.htm

2) http://www.britishlivertrust.org.uk/home/the-liver/liver-diseases/alcohol.aspx

Ayrica internette +alcohol +disease seklinde arama yapildiginda
bu konuda binlerce web sayfasina erismek mümkün...

İngilizce arama sonuçları ise
http://www.google.com.tr/search?hl=tr&q=alcohol+heart&meta=

Şarap ve Basın Yalanları

Bazı gazete, dergi, TV ya da internet gazeteleri periyodik olarak özellikle şarap ın insan sağlığı üzerine sözde pozitif yararlarını haber yapıyorlar. Şarap ın aslının üzüm olduğunu düşündüğümüzde şarapta tek farklı olan madde alkol. Alkolün toksit madde yani zehir olduğunu düşündüğümüzde yararlı maddeler sadece üzümden geliyor. Yani eğer üzümün insan sağlığına çeşitli yönlerden yararı varsa üzüm suyu içerek ya da üzüm yiyerekte bu yararlar elde edilebilir.

Şimdi 3/11/2006’da NTV’de yayınlanan bir habere bakalım: Ömür uzatan ‘Kırmızı’: Sağlığınıza!
Araştırmacılar, kırmızı şarapta bulunan bir maddenin farelerde ömrü uzattığını keşfetti. İnsanlar üzerinde yapılacak denemelerle, gelecekte sağlıklı ve uzun yaşam haplarının yapılması umuluyor.

CAMBRIDGE / LONDRA - Bilim insanları, şarabın içinde bulunan ‘resveratrol’ adlı molekülü ölümsüzlüğün sırrı olarak niteliyor. Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/news/389733.asp
Haber'in aslına (ingilizce) bakacak olursak:
http://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=6423961

KAYNAK Haberde günde 300 bardak şarap içilmesi durumunda bu maddenin farelerde yaptığı etkiyi yapacağı ifade ediliyor.

Aşağıdaki bilimsel makaleye bakacak olursak aslında üzüm gibi kırmızı meyvelerde bulunan Resveratrol (3,4',5-trihydroxystilbene) maddesi bu işi yapıyor. Neden sadece şarap zikredilir anlamış değilim…. http://ajplung.physiology.org/cgi/content/full/287/4/L774